Mutluymuş gibi yaktı sigarasını. İçinden geçenleri akciğerlerine yazıyordu şüphesiz, ki çevresindekiler de öyle düşündü. Kimse demiyordu ki: “Nasıl bu adam?” Yarım kalan uykusuna devam etmek istedi. Yüzüne bakmak zorunda olduğu insanlara “hoşçakalın” dedi, kalktı masadan… Biraz gülümsedi uyandığında, sonrasında geceye bir merhaba çaktı ve başladı yazmaya: “Selam. Biraz geç oldu ama, sebeplerim vardı. Geçmişi düzeltemem elbet. Ne güzel gülümsüyordun bana, kızgın olduğun anlarda bile…”
Bir eksiklik hissetti, umutsuzluğuna eklemesi gereken. Belki de “Nasılsın?” demeyi unuttu. Anahtar sözcüklerin utangaçlığı saplanmıştı her defasında ciğerlerine. Hissiyatsızlık çöktü üzerine. Basit bir cümle’yle sonu gerçekleştirdi: “Senden başkası değer vermedi bana” diye ekledi içinden ve yolladı mesajı. Birkaç dakika dolandı odada. Hatırlamaya başladı acılarını, mutsuzluklarını. Başladı yazmaya:
“Hayallerinin ötesindeydi yürürken. Emindi belki de, bir gün şanslı olacağına. Ama, öyle bir şey içten bile değildi. “Belki bir gün” dedi, yürüdü hastane’nin bahçesinde birkaç adım daha, yudumlarken kağıt bardaktaki çayını. Şekerin çözünmediğini anlayınca bastı küfrü: “Ah be! Böyle şansa ya, her zaman bir şeyler boka sarıyor.” Geriye baktığında 28 yılı boşa yaşadığını düşündü.
İnsanları izlemeyi sevmezdi Ulaş. Çınar dibindeki düz saçlı kızı görene kadar. Rüya’nın bitmesini bekliyordu ama, ötesindeydi çakma sarışın ve uzun bacaklı sınırların.
“Hey, merhaba!” sigara izmariti misali süzülmeye hazırlanırken, lise’den Ege vasat şakalarından biriyle selam verdi. Bayat muhabbetlerin önü açılmıştı, soğuk çayını yudumlamaya devam ederken. Camel uzattı: “Çakmak versene lan!” “Sakin, birader.” dedi, üstü kapalı “naber?” gibisinden.
Gülümsedi. Evet, belki de uzun bir süre sonra ciddi anlamda gülümsüyordu. Saçlarını eliyle düzenledi, ne kadar olabilirse tabi. Üzüntülerini belli etmezdi. Bir an için ağlayacak gibi oldu ama, başladı kahkaha atmaya. “Bilardo oynamayı biliyor musun?” dedi.
Ege etrafı süzdü: “Manyak mısın, ne bilardosu? Entel dantel işler çıkarma başıma birader” derken, oynamayı bilmediğini söyleyemiyordu. O da yalnızdı. Dertlerini açacak birini aramaya gerek kalmamıştı artık.
Acıyı paylaşırcasına birer fırt çekti sigarasından. Karanlık çökmek üzereydi. Banklarda uçuşan kuşlara selam vermeye hazır bir hâlde, poşetteki biralar’dan uzattı. En sevdiğiydi Kırmızı. “Bilmiyor musun…” diye başkadı Ege. “Lise’de çok kavga ettim, senle bile ama, senin kadar kimseye güvenmedim lan” dedi, ve bir sessizlik belirdi havada. Ulaş da benzeri bir konuşma yapmaya hazırlanırken bir anda gevşediğini hissetti, karanlıktan aldığı özgüvenle eve gitmek istedi. Yarım saat kadar süren diyalogların sonuncusuna hazırlanıyordu: “eyvallahım’ı alır, giderim” dedi, yol aldı karanlığın sonundaki mutluluğa. Sevmiyordu yaz’ı. Ağır geliyordu omuzlarına, Fordlar’ın, Peugeotlar’ın bakımından sonra yağların yüzüne yağmur gibi sıçrayışı. Her işçi gibi sisteme değindi: “Matematik hocam bi’ şeyler öğretti de, biz mi okumadık?” ” diye ekledi ve tamamladı kısa yazısını.
Masa’nın üstündeki pakete el attığında sigarasının kalmadığını farketti. Süpermarket’in üst katında oturduğu için, bir an için şanslı olduğunu düşünerek gülümsedi. Birkaç adım yürümesi gerekiyordu sadece. Sonunda inebilmişti, üşengeçliği yenerek. Hiç düşünmeden, her defasındaki gibi Camel rica etti kasiyerden. Bir “Teşekkürler” sıraladı ardına, gülümsemeye gerek duymadan.
Recent Comments