Bir kahve koydu, sigarasını aldı çantadan. Müsaade istedi kendince, kafasını sallayarak. Çıktı balkona, yaktı sigarasını. Küllük niyetine kullandığı çınar ağacının gölgesine selam verdi, hafif tebessümle birlikte. Derin bir nefes çektiğinde, kulaklarında yankılandı eski karısının çığlığı: “Zayıfsın sen!” Beş ay sürmüştü evliliği. Her şey ne kadar da güzel gidiyordu aslında. Cicim ayları… Bir an titredi. Ağlayacaktı. Yakışmazdı kendine. Sinirden bir sigara daha yaktı. Üzgün değildi. Öyle görünmeyi seviyordu. Tatmin oluyordu. Sigarayı attı, oturdu masasına.
Roller değişmeye hazırlanıyordu. Beynini kemiren senaryo’dan bahsetmeye başladı: “Yaklaşık iki hafta öncesinde bitirmiştim ilişkimi. Sevmiyordum kalbimi sikip, atan kadını. Aslında kimseyi sevmiyordum o aralar. Bunalımdaydım. Öyle ya da böyle öldürüyordum zamanı.
Birkaç adım sonrasını zihnimde canlandırmaya devam etmiştim. Selam verdim: “Aşkım bugün ne kadar güzelsin ya.” Her dünyalı gibi rutin ve yapmacık bir başlangıç yaptım. Defolu ürünler kadar kaliteliydi sözlerim: “Bütün gün seni düşündüm.” “Aşkım ya!”
“Ne kadar da aptalca!” diye geçirdim zihnimde. Kuyruk sallıyordu karım karşı banktaki ibneye. Her defasında fırsatı kolluyordu. Saniyeler önce fark etmiştim ama, aldırmadan gülümsemeye devam ettim: “Sana bir sürprizim var.” “Neymiş o?” “Ders sıkıcıydı, seni çizdim fakat, o kadar yetenekli olmadığımı fark ettim.” Sınırındaydım sahteliğin. Grafik Tasarım öğrencisiydim o aralar. O kadar iyi çiziyordum ki, birkaç sanat dergisinde çizimlerim yayınlanmıştı. Okulu bıraktım ve sınavlara tekrar hazırlanıp, psikolog oldum.
Cevap gecikmedi: “Aşkım ya, Mükemmelsin!” İçimden: “Siktir ya!” Tuttum kendimi. Bir an için boşlukta hissettim. Pimi çekilmiş cinnet anını hatırladım. En yakın arkadaşım Mete’yle aldatmıştı beni. Genel hatalardan biriydi bu ilişkilerde. Basit bir gülümsemeyle salağa yatıp, o an için endişeyi sıfıra indirdim. “Aşkım, sana bir sürprizim daha var.” Doğum Günüydü Funda’nın. Hesabı ödeyip, çıktık.
Eve geldiğimizde Funda, köşedeki koltuğa geçip bir sigara yaktı: “Canım ya, senin şu kitaplar çok hoş.” “Ne?” demiştim içinden. Paylaşmayı sevmiyordum. “Okumak istiyorum canım.” İçmeye devam ettim “Tabii tatlım, tavsiye ederim .” Gülümsemek tercihimdi gene. Buraya kadar her şey yolundaydı: “Aşkım, hazır mısın?” dedim. Gülerek: “Tabii canım.”
O gülümseme! Aldattığı andaki aptal gülümsemenin aynıydı.Paranoyakça davranmak istedim, duraksadım. Dayanamayacaktım galiba. Pastayı getirdim. Cinnete adım kala açtım biraları. Mumların sönmesini bekledim. Kalbim olağandan 10 kat daha hızlıydı. Hediyeyi verdim. Derin bir nefes alıp: “Siktir git artık ya!” – Çocuk ne olduğunu anlayamadı. Bir zavallı gibi yüzüme korkakça bakıyordu. Yalnız kalmaktan o kadar korkuyordum ki. –
Aptalcaydı bir anda o kelimenin ağzımdan çıkması. “Ne yapıyorum?” dedim bir ara, gene içimden. Aslında her şey bu kadar basitti. İnsanlar bu cümleyi söyleyebilmek için birkaç ay, hatta yıllarını veriyordu. Tüm ilişkilerin temeli de buna dayalıydı.
Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu Funda: “Ne diyorsun lan yavşak?” Kırdım, parçaladım. Evde ne varsa. Sonunda cinnet geçirmiştim.” Halüsinasyon’un eşiğindeyken: “Anlamıyor musun? Hayatımı siktin yıllarca! Siktir git!”
Recent Comments