Birkaç Nanosaniye
DİKKAT: YÜKSEK DOZDA HİSSİYATSIZLIK İÇERİR!
10 GÜN ÖNCE, 15.35, Twitter’da: “Come back, please…”
ŞİMDİ…
KADIN: Hey! Napıyorsun?
ADAM: Bir saniye, sınava gireceğim. Sonrasında hemen yazarım, uyar mı?
KADIN: Tabii ki.
ADAM: Bi sn! Çıktıktan hemen sonra arayacağım.
KADIN: Peki…
BİRKAÇ SAAT SONRA…
ADAM: Çıktım ben. (Aradı)
KADIN: Peki, nasıl geçti? Görüşemedik de.
ADAM: İdare eder ya. Bildiğin gibi, diyebilirim. Nerelerdesin?
KADIN: Rüyalarında, gelsene!
ADAM: Tabii! Hemen geliyorum.
KADIN: Sevindim. Peki ya olmazsam orada, ya gene gidersem?
ADAM: Olsun… Yok olup gitmene hayranım.
KADIN: Beklemeyi seviyordun ama, en son öyleydi yani. Yanlış hatırlamıyorum değil mi?
ADAM: Siyah çingenelerin arasından geçmeyi seviyordum diyelim. Sabretmeyi de. Gülümsemeyi sevmediğim kadar; bir şairin mutluluğu, bir Banka Müdürü’nün samimiyeti kadar.
KADIN: Kendi içinde agresifleşmeyi seviyordun ama!?
ADAM: Sanırım evet. Hedefler defreye girince, adımlar sıklaşmaya başladı. Bu adımlar kurallara tabi olmaya başladı bir süre sonra. Çevrendeki bakışlar samimiyetsiz, gülümsemeler de bir o kadar kahkaha gibi geldikçe, hırslandım.
KADIN: Ha?! Denesem mi ki?
ADAM: Ben şu an o paradoksun içindeyim, güzel bir şey. Sabır güzel bir şey, evet!
KADIN: Hmm.
ADAM: Evet, bir süre sonra agresifleşmeye gerek bile kalmadan, duyarsızlaşıyorsun.
KADIN: Şu an olduğu gibi yani?
ADAM: Yeap! Sanırım öyle.
KADIN: El tutuşlarımda olmayacak mısın artık?
ADAM: …
BİR AY SONRA…
KADIN: Hey! Özledim! Görüşemedik, sen yazmadın, ben inat ettim!
ADAM: Ben de…
KADIN: Neden tepki vermedin? Neden böyle yaptın?!
BİRKAÇ NANOSANİYE SESSİZLİK…
KADIN: Neden konuşmuyorsun?
ADAM: Bilmiyorum. Sanırım… Hakettiğimi yaşıyorum, yaşamaya devam ediyorum sadece.
KADIN: Efendim?
ADAM: Kokladığım havanın içinde sen yoksun artık, artık görüş alanım da değişti, yaşadığım şehrin içinde değilim.
KADIN: Ya ellerim? Ellerim yok artık.
ADAM: Peki. Ben de birkaç şey söylemek istiyorum: E peki, nasıl bir haz kollarını başkasına dolamak?